23 Ekim 2011 Pazar

Özgürlük Üzerine

Özgürlük kavramı bugüne kadar hepimizin üzerine düşündüğü kavramlardan bir tanesidir.Hepimizin bu konuda bir fikri vardır.İlk olarak özgürlüğün tanımıyla başlayalım.
Özgürlük
1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti
2. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet.(1)
 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinin 4. Maddesinde şu şekilde tanımlanmıştır; ‘’Özgürlük başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilmektir.Her bir insanın doğal haklarını kullanması da toplumun diğer üyelerinin de aynı hakları kullanmasını garanti altına alacak sınırlar içindedir. Bu sınırlar da sadece yasalarla belirlenebilir.’’
Özgürlük,tarih boyunca en çok tartışılan kavramlardan biri olmuştur.Karl Marx’a göre ‘’Özgürlük ancak her ezilen grubun,dayanışma içinde kendi mücadele biçimlerini yaratmalarıyla gerçekleşir.’’(2)
İnsanlar aslında özgür doğar.Özgürlük doğuştan gelen bir haktır.Fakat gelişen dünya ile birlikte özgürlükler kısıtlanmaya başlar.Özgür olduğumuzu düşündüğümüzde bile özgür olmayabiliriz.’’İnsan özgür doğar,oysa her yerde zincire vurulmuştur.’’(3) diyen Jean-Jacques Rousseau doğal durumdan yani ilkel insanın yaşadığı dönemden bahseder.Rousseau’ya göre insanın doğasında kendini sevmesi ve merhamet duygusu vardır.Temel ihtiyaçlarını karşılayan insanlar gelişmiş arzularla dolu değildir.Kötülüğün ne olduğunu bilmeyen insanlar toplu yaşamalarına rağmen herhangi bir yasaya veya güce ihtiyaç duymazlar.İnsan aklını kullanmaya başladığı zaman  kendini diğer insanlarla karşılaştırmaya başlar ve insanın kendini sevmesi yerini bencilliğe,merhamet duygusu da yerini kıskançlığa bırakır.İnsanın doğal durumdaki  hali en özgür hali olduğunu söyleyen Rousseau uygarlığın insanı yozlaştırdığını ve doğal özürlüğü yok ettiğini öne sürmüştür.’’Oysa Karl Marx uygarlığın insanları bilinçlendirerek ve bir arada mücadele ederek daha iyi bir düzen kurup kendilerini özgürleştirebileceklerini söyler’’.İnsan doğasının değişiminin ve toplumsal yozlaşmanın kaynağındaki temel dinamik,arzuların fazlasıyla artıp gerçek ihtiyaçların ötesine geçmesidir.’’ (4)Karl Marx  insanın kapitalist sistemde yozlaştığını değil de yabancılaştığını düşünür.Kapitalizm ilk olarak 16. yüzyıl. İngiteresinin kırsal bölgesinde yüzyıllardır ortak mülkiyet alanını bir çit ile çevirerek özel mülkiyet alanı haline getirmesiyle başlamıştır.Özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte kar etme amacı artar ve daha fazla kar elde edenler ötekiler üzerinde baskı kurmaya başlar.Baskı kuranların gücü her geçen gün artar ve yoksul durumda kalan insanlar güçlü insanlara muhtaç hale gelir.Günümüzde bu uçurumun ne kadar büyük olduğunu biliyoruz.’’Din,devlet,para gibi insan yaratısı kurumlar gitgide insanlardan bağımsız,onların güçlerine egemen olan güçler olarak algılanır.Bu kurumların gücü arttıkça,insanların kişisel gücü azalır,bağımlılıkları artar.İnsanların yarattığı kapitalizm,gitgide ezelden beri var olan ebediyete kadar var olacak bir olgu olarak görülmeye başlanır.’’(5)Yani kendi oluşturduğumuz olgulara yabancılaşırız.Marx’ın Radikal İhtiyaç kavramı;’’bir sitemin yarattığı ama o sistemin içinde kaldıkça karşılanamayan ihtiyaçlar olarak tanımlayabiliriz.Örneğin,kapitalizm sayesinde hem bireysellik ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçları bu denli yangınlaştı,hem de çoğunluğun kendini geliştirme olanaklarını engelleyen,aşırı uzmanlaşma,işsizlik tehdidi,sosyal devletin çöküşü gibi olgular ortaya çıkar.’’(6)Kapitalizmde bireysel çıkarlar için ötekileri sömürme eylemi yaygındır.Bu yüzden bireysellik ön plandadır.Rousseau’nun özgürlük için oluşturduğu ideal düzeni vardır.Bu düzende özgürlüğe zorlayacak iyi bir eğitmene  ya da erdemli bir yasa koyucuya ihtiyaç vardır.Buradaki erdemli tanımı yozlaşmamış ve ahlaki değerleri gelişmiş olarak algılanmalıdır.Rousseau yozlaşmış birisinin artık asla eksi özgürlüğüne kavuşamayacağını da öne sürmüştür.Bu kapitalist sistemde Rousseau’nun ideal düzeni pek gerçekçi görünmüyor.Ama Marx’ın öne sürdüğü özgürlük ise elde edilebilir görünüyor.’’Marx’a göre özgürleşme ezilenlerin kendi özgün mücadele biçimlerini yaratarak yabancılaşmayı aşmalarıyla mümkün olabilir .Çünkü özgürlük dışsal engellerin olmaması değil,engellerin bilincine varıp aşma mücadelesi sürecinin ürünüdür.’’(7)Kapitalist sistemde,birey çıkarları için sömürerek kendine  özgürlük sağlarken,sömürülen özgürlüğünü yitirir ya da yükümlü olduğu işlerden arta kalan zamanlarında özgürdür.Ezilenin özgürlüğü kısıtlıdır.’’Köle-efendi ilişkisinin ilk aşamasında,köle efendisinin hizmetinde çalışarak onun arzularını karşılar;efendi özgürdür,köle ise özgürlüğünü kaybetmiştir.İkinci aşamada,üreten köle,dış dünyayı biçimlendirdikçe kendi gücünün farkına varır ve özgüveni gelişir.’’Bu işte bir terslik var,ben üretiyorum,efendi tüketiyor.Oysa ben olmasaydım,o kendi başına hiçbir ihtiyacını karşılayamazdı.’’diye düşünür.Bu sırada,pasif bir tüketici olan efendi kendini tembelliğe vurmuştur;köle tarafından fark edilip,saygı görmenin aslında onu tatmin etmediğini,kendisiyle eşit biri tarafından fark edilmek istediğini düşünür ve hayatını sürdürmek için aslında kölenin emeğine ne kadar muhtaç olduğunu kavrar.Kısaca bu ikinci aşamada roller değişmeye başlar;köle bilinçlendikçe özgürleşir,efendi ise bağımlılığı arttıkça özgürlüğünü yitirir.Üçüncü aşamada,hem özgür olmadığının farkına varan,hemde özgür  olması gerektiğinin bilincine ulaşan köle yepyeni bir toplumsal düzen kurar.İstediği kendisinin yeni efendi olması ve eski efendisini köle olarak kullanmak değildir;hükmetme ve itaat ilişkisinin uzun vadede kimseye yarar sağlamadığını fark ettiği için,kimsenin ne köle ne de efendi olduğu eşitlikçi bir toplum kurar.’’(8)’’Yani Özgürleşme bir doğumdur,hem  de acılı bir doğum.Ortaya çıkan insan yeni bir insandır ve varoluşu ancak ezen-ezilen çelişkisi tüm insanların insanlaşmasıyla alt edildiğinde mümkündür.Ya da başka bir değişle,bu çelişkinin çözümü,bu yeni insanı dünyaya getirme çabasından doğar:Artık ezende yoktur ezilen de,sadece özgürlüğe ulaşma sürecindeki insan vardır.’’(9) ‘’Gerçek özgürlük alanı ise,insan yeteneklerinin geliştirilmesinin kendi başına bir amaç olmasıyla başlar ve ötesine geçer.’’(10)Günümüzde bu kapitalist sisteme karşı çıkılmaya başlanmıştır.Bir çok Sosyal forum  ‘’Başka bir dünya mümkün’’ sloganıyla yola çıkmıştır.Özgürlük herkesin sahip olmak istediği ama yaşadığımız ortam nedeniyle bir çok kısıtlamayla karşılaştığı bir kavramdır.Kısacası özgür olmak için kişinin kendini geliştirmesi,etrafının farkında olması,özgür olup olmadığını düşünmesi ve özgürlüğü için mücadele etmesi gerekir.Dış etkenlerin kendini yıldırmasına asla izin vermemesi gerekir.Başka bir dünyanın var olabileceğine ve bunun kendi elimizde olduğunu bilmemiz gerekir.
KAYNAKÇA
(1)    Türk Dil Kurumu Genel Türkçe Sözlük
(2)    Özgürlük Yanılsaması-Yıldız Silier,(2007),Yordam Kitap  s.43
(3)    Özgürlük Yanılsaması-Yıldız Silier s.47
(4)    Özgürlük Yanılsaması-Yıldız Silier
(5)    Özgürlük Yanılsaması-Yıldız Silier s.124
(6)    Özgürlük Yanılsaması-Yıldız Silier s.129
(7)    Özgürlük Yanılsaması-Yıldız Silier s.149
(8)    Özgürlük Yanılsaması-Yıldız Silier s.150-151
(9)    Freire,P.(1998),Ezilenlerin Pedagojisi,Ayrıntı Yayınları,s.24-29
(10)Marx(2005)s.534-535

22 Ekim 2011 Cumartesi

KARAHİNDİBA

ÖZGÜRLÜK
Karahindiba (Taraxacum officinale), papatyagiller (Asteraceae) familyasından yaygın bir bitki türü. Çiçekleri sarı, yaprakları yeşil olsa da bitkinin adına "karahindiba" denilmiştir. Anadolu'da acıgıcı, "acıgünek", "güneyik", "çıtlık", "cırtlık" ve "arslandişi" olarak bilinse de en yaygın olarak kullanılan adı "radika"dır. Karahindiba Nisan ve Mayıs aylarında tüm tarla kıyılarında çayırlık alanlarla yol kenarlarında yetişen, çok yıllık sarı çiçekli otsu bir bitkidir. İçi "kengel" denilen acı bir sütle dolu uzun kazık kökü, rozet halinde tabanda toplanmış olan derin dişli yapraklarını ve yapraklardan daha uzunca olan çiçek saplarını taşır. Bu sapların tepesinde kömeç halindeki altın sarısı çiçekleri ilkbahardan sonbaharın ortasına kadar açar. Daha sonra bu çiçek kömeçleri karahindibanın tohumlarını taşıyan beyaz toplara dönüşürler. Daha sonra bu çiçek kömeçleri karahindibanın tohumlarını taşıyan beyaz toplara dönüşürler. Bu beyaz toplar karahindiba bitkisinin tohumları olan tüycükler oluşturur.Bu tohumlar etrafa saçılarak toprağa ulaştığı yerde filizlenir ve yeni bir karahindiba bitkisini oluşturur. '' Küçük bir çocukken en sevdiğim şey evimizin karşısında bulunan arsadaki karahindibaları koparıp,ciğerlerime çekebildiğim kadar havayı doldurup,var gücümle tohumlarını üflemekti.Tohumların dört bir yana savrulup,gökyüzünde nasıl yükselip süzüldüğünü mutlulukla seyreder,böyle gökyüzünde uçarak nereye kadar gidebildiklerini ve gittikleri yerlerde nasıl hayatları olduğunu merak ederdim. ''(1) Tohumlar,kendi hayatlarını elde etmek için beyaz toplardan kurtuldukları anda onları bekleyen bu serüvene başlamış olurlar.Tek bir tohum tanesi o narin yapısıyla kendine yeni bir hayat kurmak için kendini özgürlüğün kollarına bırakır.Özgürce çıktıkları yolda benliklerini oluşturmak için bir çok zorlukla da karşılaşabilirler. Karahindibaların tohumları toprağa ulaştıkları anda  kendi varoluşlarını oluşturmak için filizlenirler.Küçük Kara Balık’ın hikayesi gibi Karahindiba da başka bir yerde başka bir hayata başlar. Küçük Kara Balık,derede annesiyle birlikte huzurlu bir hayat yaşayan,ama derenin bittiği yerde ne olduğunu merak ettiğinden uykusuz kalan,içinde büyüyen gitme arzusunu bastıramayan,yaşamın bu daracık suyun içinde ölene kadar dönüp durmaktan ibaret olmayacağına inanan,dik başlı küçük kara balığın öyküsü önümde bambaşka bir dünya açmıştı.’’Saçmalıyorsun,başka bir dünya bulamazsın,boş yere kendini tehlikeye atıyorsun’’,diyenlere inat tek başına,el yordamıyla,düşe kalka dünyayı keşfe çıkan ve denize ulaştığını bilsek bile sonunu hiç kimsenin bilmediği balıkçık.(2)) Tıpkı bizler gibi.Bizler ebeveynlerimizin öğretileriyle hayata başlayan insanlarız.Fakat bizde onlardan bağımsız kendi varoluşumuzu kendi öngörülerimiz doğrultusunda oluşturabiliriz. Küçük kara balık gibi başka bir dünyanın var olduğunu düşünür ve orada yaşamak için çaba sarf ederiz. Karahindiba tohumu da kendini var edenden ayrılıp kendi hayatını elde etmek için başka diyarlara yolculuk eder.


























23 Ocak 2011 Pazar

"Suret" - Mustafa Karyağdı

Kare Sanat Galerisi,12 ve 30 Ocak 2011 tarihleri arasında Mustafa Karyağdı'nın Suret isimli sergisine ev sahipliği yapıyor.


Canan Beykal,Mustafa Karyağdı'nın eserlerini şu şekilde yorumluyor:


'Mustafa Karyağdı,''Suret'' adlı son çalışmalarında renkle görselleştirdiği sözcüğü ve tek tek bu sözcüğün harflerini kullanarak imge yerine yazıyı resmine sokmuştur.Suret,yazılı bir sözcük olarak,tıpkı Narcissos gibi kendi imajına tutsak olmuştur.Öylesine sureti kuçaklamıştır ki yazı,bir başkasını,öteki kucakladığı yanılgısını taşır içinde.Oysa o kendi anlamını,kendini ,bir öteki olarak ayrılamaz ikizini,gölgesini,yansısını kucaklamaktadır;amaç-araç,varlık-yokluk,ölüm-hayat,cevher-araz gibi ayrılmaz ikililiği,'çifte değerliliği.'İki anlamı birleştiren mecazdır buradaki.Çifte değerlilik;hem baştan çıkarıcıdır,hem de kuşkular yaratır.Bir sözcüğü cisimleştiren,görselleştiren;soyuttan somuta,algıdan duyuma,duyumdan bilince,akla aktaran bir süreçte,suretin,varlık nedeni olan anlamı,elbette aslını kucaklaması gibidir.


Sanatçının son boya resimleri bir tür 'kabartma yazı' olarak nitelendirilebilir.Burada Mustafa Karyağdı,kalın boya katmanlarıyla çalışan ressamlarca tavrıyla ve karmaşık renk geçişleriyle,yazıyı-suret sözcüğünü-parçalar,dağıtır,tek tek harflere indirger,aralarına bazen gizlenmiş yüzler sokar,bazen yazıyı figürleştirir.İfadeci renkçiliği,kavramsal dile meydan okur ama aslolan bütün nesnesizliğiyle o anlam yüklü sözcüğün ta kendisidir.Etrafa dağıtılmış her harf bu sözcüğe aidiyetini unutturmaz.''


KARE SANAT GALERİSİ
Abdi İpekçi cad.No:22/9
Nişantaşı ,İstanbul


http://www.karesanat.com/pPages/pGallery.aspx?pgID=23&section=1&lang=TR&bhcp=1


ARTİST Actual dergisinden alıntıdır.

Algıdan Yansımalar ;GÜL HİÇDURMAZ

Gül Hiçdurmaz,19 Ocak ve 2 Şubat 2011 tarihleri arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Taksim Sanat Galerisi,büyük salonda 'Algıdan Yansımalar' isimli resim sergisiyle sanatseverlerle buluşuyor.


Ressam Gül Hiçdurmaz,komposizyonlarında;Joseph Beuys'un,''Sanatın amacı doğrudan bilgi vermek değildir.Sanat deneyimin doğrudan algılanmasıdır.Amaç açıkça anlaşılmak olsaydı,sanata gerek kalmazdı'' sözünden yola çıkarak,seramik,heykel ve resim gibi farklı disiplinlerle aldığı eğitimlerini,sanat tarihini de inceleyerek geliştirdiği deneyimleriyle,insan öğesinin değerleri ve yaşamla ilgili konuların hafızada bıraktığı etkilerle ,komposizyonlarında figür kullanımlarını aşırı bir soyutlamayla sembolik formlara dönüştürüyor.Soyutlanmış figüratif yapıyla soyut ekspresyonizm arasındaki çizgide renkli bir anlayışla,teknik olarak dokulu yağlıboya ve akrilik çalışmalar yapıyor.Hiçdurmaz'ın tuval üzeri karışık teknik ve yağlıboya çalışmalarını kapsayan bu solo sergisinde ise 35'in üzerinde eseri bir araya geliyor.


İBB Taksim Sanat Galerisi
Cumhuriyet Cad.Gezi Dükkanları No:26
Taksim,İstanbul


ARTİST Actuel dergisinden alıntıdır.

Hikayenin Kötü Adamı Benim! ÇAĞRI SARAY




14 Ocak Jan - 5 Şubat Feb 2011

Hikayenin kötü adamı Çağrı Saray, 14 Ocak - 5 Şubat tarihleri arasında Daire'de yeni kişisel sergisi ile ortaya çıkıyor!
Sinemasal anlatıyı temel alarak çekim senaryolarından oluşan metinlerin güncel sanatın resim, fotoğraf, video ve enstalasyon gibi farklı mediumlarıyla yeniden üretimine odaklanan yapıtlar, Çağrı Saray’ın seri işlerinin son izdüşümü niteliğinde. Sanat izleyicisinin hiç de yabancısı olmadığı bu triptik hikaye, izleyicileri geçmişin hayaletleriyle yüzleşmeye, evlerinin tarihini yeniden sorgulamaya ve alternatif bir bellek algısının üretimine davet ediyor. Çağrı Saray bu son sergisiyle sanat izleyiciyicisini 2009’da gerçekleştirdiği “Bekleme Odası”nın ve 2004’de gerçekleştirdiği “Kırmızı Oda” projelerinin öncesine götürüyor ve sondan başa doğru anlattığı hikayesini “Hikayenin Kötü Adamı Benim!” isimli sergi ile bitirirken halka tamamlanıyor, rezonans sona eriyor.
Ayrıca senaryodan bir bölümü de ekliyoruz:
“İki farklı tarih algısı vardır; ayrıksı ama aynı zamanda içiçe varolan, pratiklerinle inşaa edilen kişisel tarihin ve aslında senin uzamsal olarak içinde varolmadığın evinin tarihi. Herşeyini kaybettiğin, geçmişine dair hiçbir şey hatırlamadığın yeni bir hayatı yaşarken, evinin tarihinin atılmışlıklarıyla yeni bir “şey” inşa etmeye çalışmak tamamen paradoksal. Şimdi, tam da burada eksiksiz tüm klişelerle; gazetelerle, kağıtlarla, fotoğraflarla, bir şişe içki ve yanmakta olan bir sigarayla evini tüm günahlarından arındırmaya çalışmak, kaybettiğin belleğini yeniden kazanmaktan bile daha zor. Kendi evinin hem önde gelen elçisi gibi hissetmek hem de evini yakıp yıkan kişi olmak nasıl bir duygu? Bunun ispatıdır tüm bu vaka’lar… ve hissettiğin vaka’ların tortusudur damağındaki tat. İnsan olarak bunu sadece katıksızca yaşamayı da seçebilirsin. Fakat bu kadarı bile ne kadar acınası…”
“Hikayenin Kötü Adamı Benim!” , 14 Ocak - 5 Şubat 2010 tarihlerinde Salı - Cumartesi 11.00 - 19.00 arası DAİRE Tophane'de izlenebilir.
Yer: DAİRE
Sergi: “Hikayenin Kötü Adamı Benim!”
Sanatçı: Çağrı Saray
Açılış: 14 Ocak 2011 Cuma @18.00
Adres: Boğazkesen Cad No:65D Tophane 34433 Beyoğlu İstanbul
Tel: 0 212 252 52 59
www.dairesanat.com
info@dairesanat.com


Alıntıdır.